Susurluk hikâyesinden oluşturulan mükemmel bir kurgu, Ahmet Ümit’in anlatımına her hangi bir yorumda bulunmanın bir anlamı yok, kendisi zaten harika bir anlatım gücüne sahip yazarlarımızdan biri. Gazetecilik mesleğinin ülke şartlarından kaynaklanan zorlu günleri gerçekçi bir şekilde ortaya konulmuş.
Kitabın bana göre tek zayıf noktası Adnan’ın kendini, kararsızlıklarını, hayatında bir şeyler uğruna savaşmaktan vazgeçme sebeplerini anlattığı uzun konuşma anlarıydı. Olayın daha fazla canlanmasını beklerken araya giren konuşmalar tempoyu yavaşlatmış ve koparmış.
İki farklı insanın anne ve babalarının evlenmesiyle birbirlerinin hayatlarına girmeleri ve daha sonrasında seçimlerinin onları nasıl etkilediğini, kardeşlerden birinin Sağcı birinin de Solcu olmasıyla Türkiye siyasi tarihinin bu şekilde yazılmış olması yaratıcılığının dışında gerekliliğiyle de önemi koruyan bir hikâye.Ayrıca kitabın bu yönleri dışında bazı yerlerinde yaşama dair yazılan paragraflarında etkileyici olduğunu belirtmeden geçmemeliyiz.
Alıntılar:
“Umudun yaşamı güzelleştirdiğini söylerler, yalan. Umut düş kırıklığı yaratmaktan, gereksiz yere acı çekmemizi sağlamaktan başka bir işe yaramaz, insana gereken sadece gerçektir: basit, yalın ve kaba gerçek…
Bize gereken gerçektir, hayalden, büyüden, rüyadan arınmış gerçek. İçinize işleyen bakışlara kanmayın, hiçbir bakış masum değildir. Buna çocukların ki de dahil. Tatlı sözlere inanmayın; yalansız söz olmaz. Şarkılara, şiirlere, romanlara, oyunlara, filmlere kulak asmayın; onlar olanları değil, olması gerekeni söyler.”
“Yaşam kaybetmeyi öğrenmektir.”
Kitabın ilk girişine Carlo Callodi’nin Pinokyo’sundan bir paragraf verilmiş, buna değinmeden geçemeyeceğim, başlamak için ilginç bir seçim. Polisiye ve siyasi tarihin birlikte yoğrulduğunu bu hikâyenin her kesimden okuyucusu olacağına inanıyorum.