Timaş Yayınlarından Çıkan Bahadır Yenişehirlioğlu’nun Son Kitabı Son Hasat’ın Yorumu
“Gökkuşağından ormanlar dikiyorum şimdi
Bütün renkleri geri getirmeye geliyorum
Ölümümle yaşamımı geri getirmeye geliyorum
Cennette seni bekliyorum
Belki dirilir gönlümün yalnızlığı
Hepsi bir aşk hikâyesi”
“İnsanoğlu, bir başkasının menkıbesine gerçekten nüfuz edebilir mi? Hayat kimin seçimleriyle belirlenir? Hayal ve gerçek arasındaki sınırı kim çizebilir?”
Bazı hayatlar vardır, ne yaparsan yap yazgısını değiştiremezsin. Yanlış hayatlar vardır doğrusunu ne yaparsanız yapın yaşayamazsınız. Akhisarlı Hilal ve Alparslan’ın hayatları da işte tam bu hayatlardan. Roman ilkin Akhisar’ın tarihi ve mitoloji geçmişi ile başlıyor. Mistik ve imgesel bir anlatımla bizi içine çekiyor Akhisar. Sonra Hilal’i tanımaya başlıyoruz. Memleketin önde gelen ailelerinden sayılan İsmail Bey ’in kızı Hilal. Deli dolu, biraz şımarık, içinde fırtınalar kopan Hilal aslında ailesinin kendine atfettiği bu sıfatların çok ötesinde, beyninde ki seslerle büyümekte.
Ailesinin onun durumunu yok sayması sayısız duvarlar inşa ettirmiş Hilal’e. Ama bir akşam yemeği sırasında Hilal artık içindeki tüm seslerin cesareti ve esareti sonucu büyük bir dışavurum yaşamış ve tüm aile bireyleri gerçeklerle acımasızca yüzleşmektedir. Şizofreni; kökünden kurutulamayan, sebebi olmayan, normalleştirilmesi titizlik isteyen ruhsal sancılar. Çevresindekilerin “deli” yaftalaması ile yaşamaya çalışan Hilal tüm bunlara rağmen hayata tutunmaya çalışmaktadır. Yazar; Hilal’i bize tanıdırken aile bireylerin iç dünyasını da tanıtmaktadır. Hatta İsmail Bey’in eşine olan aşkı, tutkusu, bağlılığı beni gerçekten etkiledi. Hatta bu aşkı kaybetmemek adına kızının hastalığını kabullenip, tedavi için yardım etmesi “ can mı canan mı” sözünü sorgulattı bana.
Alparslan ise; Akhisar’ın bir başka güç sahibi ailesinin, tütün tarlalarına hükmeden Halil Ağa’nın oğlu. Babasının eli kolu, her şeyi, geleceği, soyunun yürüyeceği kişi. Ama itaatkâr, hayalperest üstelik âşık Alparslan. Gönlünü mevsimlik işçi olarak tarlalarında çalışan güzel Zeliha’ya kaptıran ama iradesini eline alamayan Alparslan. Diktatör bir babanın gölgesinde, iradesinin dışında bir yaşam süren Alparslan. Sırf bu pasifliği yüzünden sevdiği kıza kavuşamaz. Halil Ağa’nın hayatında ise İsmail Bey’in aksine aşktan eser yok. Hatta aşka inancı yahut saygısı yok.
İki güçlü ailenin maddi ve siyasi çıkarları bu iki hayattan yaralı genci bir araya getirir. İki ruhu hasarlı gençten yeni bir aile kurulabilir mi? Roman işte tam olarak bize bunu anlatıyor. İki yaralı ruh ve gerçek aşk. Gerçek aşk dediysem bu Hilal ve Alparslan arasında geçen bir gerçek aşk değil. Hatta bu iki gencin neler yaşadığını okuduğunuzda siz d benim kadar sarsılabilirsiniz. şaşırtıcı hatta sarsıcı bir son sizi bekliyor. Öyle ki kitabı kapattığımda öykünün neresinin şizofreni bir karakterin hayal dünyası, neresi kurgu, neresi gerçek bir an idrak edemedim.
İlk başta çok merak uyandıran roman, daha sonra benim için çok akmayan bir hal aldı. Doğruyu söylemek gerekirse; Roman’ın psikolojisi bana biraz ağır geldi. Bunun sebebi yazarın gerçekçi ve etkileyici anlatımı olsa gerek. Hatta ben biraz fazla romanın içine girmiş olsam gerek ki okuma lambasının sarı ışığı Hilal’in ruhunu sanki içime yerleştirdi. Yer yer yarıda bırakmayı bile düşündüm. Ama hikayeyi o denli merak ettim ki kendi ruhsal sıkıntılarımı kenara bırakıp bitirdim. Sonunu okuduğumda ise iyi ki yarım bırakmamışım dedim. Kitabı sevdim sevmesine ama psikolojim sevdi mi bilmiyorum. Sizlere keyifli okumalar diliyorum…